Arama

14 Kasım 2011 Pazartesi

BU GİDİŞ, GİDİŞ DEĞİL..

Fenerbahçe Ülker, Türk Telekom'a 19 sayı farkla 64-83 mağlup oldu.

Hafta arası aldığımız Bilbao galibiyetinden sonra lige iyi bir dönüş yapamadık. Ve bu hafta arası Cantu'ya karşı bir Euroleague maçımız daha var.

Maça hızlı başlayan taraf Türk Telekom oldu ve Jasaitis’in de orta mesafe isabetiyle durumu 2-8 yaptı. Mola alan Takımımız ara sonrasında Ömer ve Vidmar ikilisiyle basketler buldu. Savunmaların ön plana çıktığı bu bölümde James Gist ile boyalı alanı etkili kullanan Fenerbahçe Ülker Basketbol Takımımız, farkı da 4 sayıya indirdi (10-14). Karşılıklı basketlerle devam eden periyodu Takımımız 14-22 geride tamamladı.

Tempolu başlayan ikinci periyotta kaptığı topları Bogdanovic ve Hakan ikilisiyle sayıya çeviren Takımımız, 13.dakikada durumu 19-24’e getirdi. İlerleyen dakikalarda Bogdanovic ve Oğuz ile sayılar bulmasına rağmen Fenerbahçe Ülker Basketbol Takımımız ilk yarıyı 31-41 geride tamamlayan taraf oldu.

Karşılıklı boş hücumlarla üçüncü periyotun ilk 2.5 dakikası geride kaldı. Kaspars Kambala’nın turnikesi ve serbest atış çizgisinden bulduğu iki atışla konuk ekip farkı 14 sayıya çıkarttı (31-45). Preldzic ile ikinci yarıdaki ilk sayılarını bulan Fenerbahçe Ülker Basketbol Takımımız, Oğuz’un da pota altı basketiyle durumu 39-49’a getirdi. Ankara temsilcisi etkili oyununu sürdürdü ve periyotu 14 sayı farkla 50-64 önde tamamladı.

Son 10 dakikalık bölümde Mehmet Okur bulduğu basket sonrasında sportmenlik dışı faul kararıyla oyun dışı kaldı. Ömer Onan ve Hakan Demirel’in penetreleriyle skor üreten Takımımız, farkı da 34.dakikada 11 sayıya indirdi (57-68). Ali Karadeniz’in serbest atışları ve Kaspars Kambala’nın da orta mesafeden bulduğu isabetle Ankara ekibi durumu 37.dakikada 62-76’ya getirdi. Takımımız, karşılıklı basketlerle devam eden maçtan 64-83 mağlup ayrıldı.

Maçın özeti kısaca böyleydi, direk yorumlara geçmek istiyorum. Keza üzerinde konuşacak çok şey var, maç özeti pek de önemli değil şu durumda.

Fenerbahçe bu sene eski yıllardaki performansından çok uzak, bu su götürmez bir gerçek. Kötü oynuyoruz. Galatasaray'a kaybettiğimiz kupa ile başlayan kötü gidiş, arada alınan galibiyetlerle gözümüz boyansa da, Beşiktaş'a kaybedilen maç, son olarak da Türk Telekom mağlubiyeti.

Euroleague'de kazanabileceğimiz 2 maçı kaybettik. Bizden iyi olmayan takımlara mağlup olduk. Beşiktaş ve Galatasaray da kesinlikle bizden iyi takımlar değil. Bizim geçen yıllardan oturmuş kadromuz, oyuncuların birbirine alışkın olması ve oturmuş sistem düşünüldüğünde, alınan 3 Türkiye Ligi ve 2 Euroleague galibiyeti kayıp olarak düşünülebilir.

Fenerbahçe geçmiş yıllarda savunmasıyla hücumunu yönlendiren bir takımdı. Biz, yemediğimiz zaman atmaya başlarız. Karşılıklı sayılarla geçen maçlarda iyi sonuçlar alamıyoruz. Bu durum takımlarda zamanla alışkanlık haline gelir. Bizim alışkanlığımız, iyi savunma yaptığımız maçları kazanmak.
Galatasaray mağlubiyeti, yediğimiz 103 sayı. Beşiktaş ve Telekom mağlubiyetleri, yediğimiz 83 sayı. Sen üst düzey takımlardan 80 üzeri sayı yediğin sürece, o maçları kazanman çok zordur. Müthiş bir şut yüzdesiyle oynaman gerekir ki Fenerbahçe savunma direnci düşük olduğunda bu şut yüzdesine yansıyan bir takım.

Ukic sakat. Jerrells hafta arası çok yoruldu, Ukic'in yokluğunda gerekli katkıyı yapamadı. Sadece 6 sayı üretebildi. Engin 3, Ömer 6 sayı üretti. En çok sayıyı pota altındaki ikilimiz Gist ve Oğuz'dan bulduk, toplamda 22 sayı ürettiler. Fakat, Mehmet Okur 18, eski bir dost Kaspars Kambala 20 sayıyla oynayınca, mağlubiyet kaçınılmaz hale geldi. Takım sıkıştığında devreye girmesi gereken ikilimiz Emir ve Bogdanovic de tutuk olunca, 20 sayı fark ile karşılaştık.

Savunma, savunma, savunma. Artık bir an önce yediğimiz sayı ortalamasını özellikle üst düzey maçlarda 60-70 civarına çekmemiz gerekiyor. 80 sayı yiyerek bu takım maç kazanamaz. Kazansa da 90-86 biten Nancy maçı gibi sıkıntıya soktuğu maçları zor kazanır. Savunma direncini arttırıp, eski senelerdeki gibi düzeni oturup, istikrarı yakalamalıyız.

Şimdiden 1 kupa, 2 önemli lig maçı, 2 de Euroleague maçı kaybettik. Spahija oturup düşünecek, işleri nasıl düzene sokabilirim diye. Oyuncular da oturup konuşacak, bizim neden bir maçımız diğerini tutmuyor diye.

Ayrıca, oturup düşünmesi gereken bir diğer grup, taraftarlar.
3 Temmuz'dan bu yana Fenerbahçe'ye karşı oynanan oyunlar bu kadar net ortadayken, neden bu salon bomboş kalıyor, bu takım neden bu kadar az destek görüyor tartışılmalı. Yaşananlardan basketbol branşı da etkilendi, onların da desteğe, o salonun dolmasına ihtiyacı var. Taraftar olmadan, işler daha zor. Artık birlik olma, toparlanma zamanı.

Çünkü,
Bu gidiş, gidiş değil.

12 Kasım 2011 Cumartesi

TEMİZ MİLLİ TAKIM

3 Temmuz'dan bugüne kadar sözde futbolu temizlediğini söyleyen kişiler var. Ellerinden geldiğince "amaçlarına" ulaştılar, öyle ki tertemiz oldu futbolumuz. Milli forma bile tertemiz oldu, kırmızısı beyazı kalmadı, bastılar çamaşır suyunu.

Dünkü milli maçtan önce, maçın sonucunun zerre kadar umrumda olmadığını söylemiştim. Milli takım için sevinmeyi ya da üzülmeyi 3 Temmuz'da bıraktım ben.

Öyle bir duruma getirdiler ki futbolu, her maç bağırdımız gibi "Futbol şiddettir, futbol holiganlıktır, adam bıçaklamaktır" oldu. Bunun mimarları şu anda deri koltuklarında oturuyor, hala suçu başkalarına atmaya devam ediyor.

Dün yaşanan şeyler rezillikten başka bir şey değil. Ben bir Fenerbahçe taraftarı olarak, elbette burada herkesi mutlu eden bir yazı yazamam. Ben kendi kalecime, kendi takım kaptanıma, üzerlerinde milli forma varken küfür edilmesini yediremem. Bunu yapanlara "adam" demem.

"Volkan bize küfür etti!" "Ne var yani, gol yedi, protesto ettik!" Bunlar günün bahaneleri.
Arkadaşım, o Volkan, bundan bir maç önce Türkiye kazanırken, karşı karşıya topları çıkarırken de ıslıklandı, haberin var mı? O takım kaptanı Emre, hazırlık maçında daha 1. saniyede ıslıklanmaya başladı, haberin var mı? Kimse maval okumasın. Bunun sebebi kötü oyun değil, renklere olan antipati.

Milli maçlar artık Türkiye-karşı takım maçı olmaktan çıkıyor. Bizim o kadar zeki bir federasyonumuz var ki, bu bahsettiğim protestoların her maç tekrarlandığını göre göre, hala TT Arena'ya maç veriyor. Bu ülkede taraftar grupları var. Bunların içlerinde -genelleme yapmıyorum- hayattan bir beklentisi olmayan, bir uğraşı olmayan, serseri adamlar var. Bu adamlar, kendi stadlarında maç oynandığında oraya milli takımı desteklemeye değil, "abi bizim stad, gidelim belki 'x takım' diye bağırırız, belki Fenerbahçe'li oyunculara küfür ederiz, ehe ehe" diye gidiyor. Kimse kimseyi kandırmasın.

Volkan ve Emre, Fenerbahçe'lidir. Galatasaray maçlarında kazanırken karşı takım taraftarını gıcık etmek en doğal haklarıdır. Sabri bunu Kadıköy'de bize karşı yapar, Egemen de bir başkasına. Hepsinin kendi gönül verdiği renkler vardır.

Fakat bu oyuncular üzerlerine ay-yıldızı geçirip ülkesi için ter dökerken, hala olayı lacivert-kırmızı muhabbetine çevirip, o adamlara -sadece dün değil- küfür edersen, ıslıklarsan, her kornerde arkadan ".... koyayım Volkaaaan" diye bağırırsan, o adamın sabrı bir yerde tükenir.
Döner, sana küfür eder. Doğru yaptı demiyorum! Ama bunu peygamber sabrı olmayan her insan yapar.

Sana söylüyorum Galatasaray'lı kardeşim, gel, Kadıköy'de bir sahada halı saha maçı yap. Bir grup ayarlayayım, her maçta gitsin sana kenardan küfür etsin. 3 maç sonra dönüp onlara küfür etmezsen, kendimi asarım.

"Empati" önemli bir kelime, herkes yapamaz.

Peki bunun çözümü nedir?

Vermeyeceksin o stada maç, bu kadar net! Kaç maç oldu aynı şeyler yaşanıyor, bile bile üstüne gitmenin kime ne yararı var? Başka stad mı yok ülkede? Kadıköy'e vermek istemiyorsun, İnönü'ye vermek istemiyorsun, git Bursa'ya ver maçı. Kayseri'ye ver. Nesi var bu TT Arena'nın da her maçı orada oynatıp kalecine, kaptanına sövdürüyorsun?

Çünkü, bunu yapan sadece Galatasaray taraftarı değil. Bunu herkes yapar. 2006 Dünya Kupası elemelerinde 4-2 biten elendiğimiz İsviçre maçında Kadıköy'de "Fenerbahçe" diye bağıran grubu da hatırlıyorum. Bunun suçlusu sadece Galatasaray'lılar değil. Suçlular çok farklı, onlar 3 Temmuz'dan beri rahat durmayan, şu anda biz birbirimizi yerken viskisini yudumlayanlar.

Son olarak, biri Brezilya'dan gelen, biri Beşiktaş taraftarı iki insanın yazdıklarını göreceğiz. Renkleri ne sarı-lacivert, ne sarı-kırmızı. Biri Türk bile değil! Ama objektif bakıyorlar, oturup mantıklı düşününce, mantıklı konuşabiliyorlar.

Darısı sizin başınıza.

Ertem Şener

Andre Moritz

KRİTİK GALİBİYET

Fenerbahçe Ülker, Euroleague'de Bizkaia Bilbao Basket'i 73-70 mağlup ederek grupta 2. galibiyetini aldı. Bu galibiyet, takımların birbirine çok yakın sonuçlar aldığı grupta çok önemliydi. Ve deplasmanda alınması da işin şerbeti oldu.

Maça 7-3'lük seri ile başlamamıza rağmen Vasiliadis'e ve Fischer'a engel olamadık, üstünlüğü kaybettik. Daha sonra Emir ve Bogdanovic'in devreye girmesiyle skorda tekrar öne geçtik, ilk çeyreği 26-21 önde kapattık.

İkinci çeyrek karşılıklı sayılarla geçilirken, çeyreğin ortalar geriye düşen takımımız, daha sonra uzun süre sayı üretmekte zorlandı ve devreyi 36-32 geride tamamladı.

Üçüncü çeyrek de karşılıklı basketlerle geçildi. Axel Hervelle ile etkili olan rakip takım üstünlüğü elinde tuttu ve skoru 44-39'a getirdi. Oğuz Savaş ve günün etkili ismi Curtis Jerrells ile sayılar bulan takımımız öne geçmesine rağmen yaptığı top kayıpları nedeniyle tekrar üstünlüğü kaybetti ve çeyreği Bilbao 58-53 önde kapadı.

Son çeyreğe NBA patentli Raul Lopez'in 3 sayılık basketiyle başlayan Bilbao üstünlüğü elinde tuttu. Farkı eritmek için eline çok şans geçen takımımız, ya hücumlardan boş döndü ya da hiç hücum edemeden topu kaybetti. Ama yapılan iyi savunma, Ömer Onan'ın sayıları, Jerrells'ın etkili oyunu ile gelen 10-0'lık seri, galibiyetin kapısını açtı. Uzun süre rakibini 67 sayıda tutan takımımız, Jerrells'ın şutuyla öne geçti, bir daha da geri düşmedi. Emir'in serbest atışları skoru belirledi ve Fenerbahçe maçtan 73-70 galip ayrıldı.

Bizkaia Bilbao Basket takımı, Euroleague'e sürpriz Olympiacos galibiyetiyle başlamasına rağmen, potansiyeli belli ve kısıtlı olan bir takım. Zaten daha sonra aldıkları Nancy ve Cantu mağlubiyetleriyle bunu görmüş olduk. İspanya milli takımından tanıdığımız Mumbru, Grimau ve NBA tecrübesi olan Raul Lopez göze çarpan ilk oyuncular. Takımın skor silahları ise Yunan oyuncu Kostas Vasiliadis ve Hırvat Marko Banic. Ben bu takıma karşı grupta 2 maçtan da galibiyetle ayrılacağımızı düşünüyordum, şu ana kadar zor olanı yaptık, içeride de mağlup edersek yanılmamış olacağım.

Grupta Nancy ve Caja Laboral ve Cantu'nun ne kadar formda olduğunu düşünürsek, Bilbao'ya sürpriz bir galibiyet vermemek çok önemliydi. Olympiacos'u mağlup etmeleri ise bize bir hediye gibi oldu.

Maçta bizim adımıza göze çarpan en önemli şey, Curtis Jerrells'ın ve Bogdanovic'in performansları. Jerrells 15 sayıyla oynadı, son çeyrekte en kritik anlarda topu kullanıp sayıyı yapması ise attığı 15 sayıdan çok daha değerliydi. Bir anlamda galibiyeti getiren oyuncuların başında geldi.
Bojan Bogdanovic ise üstündeki istikrar problemini aşmış gibi. Onun gibi skorerlerin ne zaman ne yapacağı belli olmaz, siz farkında olmadan rakip sayıya 15-20 sayı bırakır. Bu maçta da yeri geldiğinde farkın kapanmasını engelledi, yeri geldiğinde takımı öne geçirdi. 19 sayı 4 ribaunt ile oynadı, günün en iyilerindendi.
Diğer göze çarpan ismimiz James Gist. 10 sayı 5 ribauntla oynadı. Kritik anlarda uçarak gelip smaçla tamamladığı pozisyonlar hem bize seyir zevki açısından güzel anlar yaşattı, hem de takımının galip gelmesine yardımcı oldu.
Emir Preldzic'e de bir paragraf ayırmazsak olmaz. Emir, çok çok iyi bir oyuncu. Atmasa attırıyor, attıramasa ribaunt topluyor, bir şekilde takımına katkı sağlıyor. Saha görüşünü yaşıyla birlikte her geçen gün geliştirmeye devam ediyor. Bogdanovic'in kendini bulmasını sağlayan oyuncuların belki de başında geliyor. Emir ile birlikte oynayan her oyuncu, parkede daha rahat oluyor, daha kolay sayı buluyor. Bu maçta normalden etkisiz bir gününde olmasına rağmen da 7 sayı 8 ribaunt ve 3 asistle oynadı. Yaptığı 4 top kaybı biraz fazlaydı, bu konuda dikkat etmesi gerekiyor.
Günün kendinden bekleneni veremeyen en önemli ismi ise Roko Ukic. Sadece 3 top kullandı, 2'si serbest atıştan 4 sayı attı. 4 top kaybı yaptı. Takımın yaptığı 20 top kaybının büyük bir bölümü o ve Emir'e aitti. Ukic'in etkisizliği neyse ki diğer oyun kurucu Jerrells'ın performansı ile kapandı, sorun yaşamadan atlattık.

Grupta herkes birbirine denk basketbol oynuyor. Herkes her takımı yenebilecek kapasitede. Hiç kimsenin bulunduğu sıra garanti değil, sıralamanın nasıl olacağını da tahmin etmek imkansız.
Bütün bu sebepler yüzünden İspanya'dan çıkaracağımız bir galibiyet çok önemliydi, bunu başardık.

Şimdi sırada içeride oynayacağımız Bennet Cantu maçı var. Kadroda göze çarpan ilk iki isim tecrübeli İtalyan oyuncular Marconato ve Basile olmasına rağmen, takımda dengeli bir sayı dağılımı var. Sayı liderleri 10.8 sayıyla Giorgi Shermadini. Grupta 3 galibiyetleri var, maçı alır götürür diyebileceğimiz bir oyuncuları olmamasına rağmen Euroleague'in yeni takımlarından Cantu 3 galibiyet elde etti. Sadece Caja Laboral'a kaybettiler, son olarak da Olympiacos'u mağlup ettiler.

Çok dikkatli olmamız, iyi bir takım olduklarını unutmamamız, iyi ve sert savunma yaparak kolay sayı şansı vermememiz gerekiyor. Seyirci avantajımızı kullanıp onları İstanbul'da yenmemiz çok önemli. Galibiyet serimizi devam ettirip, 16 Kasım'da alacağımız Cantu galibiyetini de burada yazmak dileğiyle.

30 Ekim 2011 Pazar

ÜÇ GALİBİYET Mİ? İKİ MAĞLUBİYET Mİ?

Fenerbahçe Ülker Türkiye Basketbol Ligi'nin 3. haftasında ligin en genç takımı Bandırma Kırmızı'yı 93-60 mağlup ederek 3'te 3 yaptı.

Maçın kısaca üzerinden geçersek, ligdeki çoğu karşılaşmada olduğu gibi takımımız maça hızlı başlayıp işi ilk periyotta bitirdi. Bogdanovic, Ömer ve Gist'in sayılarıyla ilk çeyrekte farkı 20 sayıya taşıdı. İkinci çeyreğe Kaya'nın sayılarıyla başlayan takımımız, daha sonra Vidmar ve Jerrells'ın da skora katkı yapmasıyla farkı 24 sayıya kadar çıkardı, ilk devreyi de 54-26'lık skorla önde kapadı.


İkinci devreye McGhee'nin sayılarıyla başlayan Bandırma farkı eritmeye çalışsa da Ömer Onan ve Engin Atsür'ün sayılarıyla Fenerbahçe buna izin vermedi, farkı da 30'a kadar çıkardı. Son çeyrekte ise Emir'in sayılarıyla bir ara farkı 39'a çıkaran takımımız karşılaşmadan 93-60'lık skorla galip ayrıldı.

Bu bildiğimiz senaryo. Zaten ligde bizi zorlayacak 2-3 takım var onlar da belli, o yüzden ligde çoğu maç böyle geçecek.
Fakat, pek toz pembe bir hava yaratmasın bu galibiyet. Bu maçı 100 kez oynasak 100 kez kazanırdık zaten. Şu an benim için önemli olan, Euroleague'de alınan 2 yenilgi.

Önce Caja Laboral'e mağlup olduk evimizde, daha sonra Olympiacos'a. Caja Laboral maçı şanssızlıktı belki, fauller kaçtı, son saniyede Ömer'in üçlüğü potanın iki yanına çarpıp çıktı, sonuç olarak mağlup olduk. Kazanabileceğimiz maçı kendi basit hatalarımızdan ve savunmamızın zayıflığından kaybettik.
Olympiacos maçını ise açıklaması güç. İlk devreyi 11 sayı önde kapatıp maçı 7 sayıyla kaybetmek biraz zor bir olay, ama bunu da yaptık.

Euroleague'de savunma katkısı için aldığımız NBA patentli Sefolosha iki maçtır takımın en etkili oyuncusu oluyor. Kalitesi düşünüldüğünde bu pek şaşılacak bir şey değil, ama şaşılacak başka bir konu var. Ligde bu kadar formda olup farkın bir anda 20'li sayılara çıkmasını sağlayan bir başka NBA patentli oyuncu Bojan Bogdanovic neden Euroleague'de bu kadar etkisiz? Laboral maçının son çeyreğinde normalde soktuğu boş şutları kaçırması maçı kaybetmemizde büyük etkendi. Olympiacos maçında ise Bogdanovic gibi bir skorer 16 dakika sahada kaldı ve 0/4 saha içi isabetiyle 2 sayı attı. O 2 sayı da 2/2 faul atışından değil, 2/4 faul atışından geldi, bunu da belirtmek lazım.

Türkiye Ligi'nde biz çoğu maçı bir kaç oyuncumuz hiç katkı vermese bile rahat kazanırız, bu problem değil. Play-off'lara da rahat kalırız, sıkıntı yok. Ama rakip Efes Pilsen olduğunda, Galatasaray olduğunda bu düşük savunma direncinin artması gerekiyor. Belki de en güçlü yönümüz olan pota altında sadece Gist'in sayılarına bağlı kalmamamız gerekiyor. Oğuz ve Kaya'nın artık kendisini bulması, Vidmar'ın da önemli maçlarda daha çok süre alması gerekiyor. Olympiacos maçında sadece 7 dakika oynadığını hatırlatmak lazım.

Euroleague'de kazanabileceğimiz 2 maçı kaybettik. Bu kesinlikle rakibin iyi olmasının değil, bizim kararsızlığımızın sonucu. Ligde kendisi gibi oynayan oyuncular Avrupa'da bir garip, etkisiz oynuyor. Cumhurbaşkanlığı kupası finalinden sonra söylemiştim, bu takımın potansiyeli bu değil. Üzerinden çok zaman geçti, hala söylüyorum, bu takımın potansiyeli bu değil.

Tek dileğimiz, pota altı oyuncuları kendini bulduğunda, Bogdanovic Avrupa'da da Türkiye'de oynadığı gibi oynamaya başladığında çok geç olmasın, grupta çıkma şansımız kaybolmuş olmasın.

Bir mesaj da taraftarlara verelim. Herkesin Ataşehir'deki salonun bitmesini beklediğini biliyoruz fakat takımın ilk Avrupa maçı olan Caja Laboral maçında ve Trabzonspor maçında salon resmen bomboştu. Laboral maçını anladık diyelim, Trabzon maçında neden o salon full çekmiyor? Taraftar en hassas olduğu dönemde, belki de şu aralar en çok karşılaşmak istediği takımla karşılaşırken salonda anca 2.000 kişi mi oluyor?


Taraftarlık sadece futbol maçına gitmek değildir. Bu takımın da desteğe ihtiyacı var, unutmayalım. O salonu dolduralım.

Bu arada, olumlu bir gelişmeyi de atlamayalım, Engin Atsür'ün uzun bir aradan sonra geri dönmesi. Geçen sezonun tamamında oynayamadı sakatlığı sebebiyle fakat Bandırma Kırmızı maçının ilk çeyreğinin son dakikasında taraftarların alkışlarıyla oyuna girdi. Maçı da 8 sayı, 3 asistle tamamladı. Engin, Türk Milli Takımı'nın oyun kurucusudur ve kesinlikle çok önemli bir oyuncudur.
Onun maç formunu yakalaması ve kendini bulması, Ukic ile birlikte hem bu ligde hem Avrupa'da rakip guardlara korku salması demektir. Bu yüzden sabırsızlıkla bekliyoruz.
Tekrar hoş geldin Engin, geçmiş olsun.

12 Ekim 2011 Çarşamba

MAÇIN ÖYKÜSÜ: FENERBAHÇE-GALATASARAY

Fenerbahçe'miz, sezonun ilk final mücadelesinde Galatasaray'a Kayseri'de 103-97 mağlup oldu.
Uzatmadan maçın öyküsüne geçelim;

İlk 5 dakikada Curtis Jerrells'ın çabuk ve atlet bir oyuncu olduğunu görmüş olduk. Fakat ilk bakışta da anlaşılıyor ki, Avrupa tarzı bir oyun kurucu değil. Amerika'lı point guard'ların klasik sorunudur Avrupa'ya uyum sağlamak, Jerrells'da bu çok bariz ortada.

James Gist ise maça çok iyi başladı. Güçlü ve atlet fiziği, yaptığı atletik smaçlar ve attığı sürpriz üçlüklerle bu sene bizi çok coşturacak gibi. Savunmada pota altına direnç kazandırdığı da çok açık. Vidmar ile birlikte oynadığında pota altı savunmamız iyi oluyor.

Bogdanovic başlarda savunmada ve hücumda aksadı. İlk periyot etkisizdi. Ömer Onan'ın da adamını 2 hücum kaybetmesiyle Ender'den gelen üçlükle fark 4 oldu, son hücumda Oğuz topu tipledi ve ilk çeyreği 19-21 geride kapadık.

2. çeyreğin başında attığımız 2 sayıdan sonra 5 dakika boyunca sayı atamamış olmamız tartışılması gereken bir konu. Çeyrek sonuna 6 dakika kala Ukic'in attığı faul atışlarına kadar sayımız yok uzun süre. Preldzic bu bölümde oyunda değildi, o yokken Bogdanovic'in henüz hücum setlerine alışmamış olmasından mıdır bilinmez, hücumda çok dağınık gözüktük. Emir oyuna girdikten sonra ise hücumda toparlandık. Ama asıl anahtar Gist ve Jerrells'ın oyuna girmesi. Savunma direnci arttıktan sonra Galatasaray uzun süre sayı bulamayan taraf oldu bu sefer. Kaptığımız topları Ömer Onan bildiğimiz hızlı hücum turnikeleriyle bitirdi, devre sonunda yaptığımız geri dönüşle 39-38 önde olan taraf bizdik.

3. çeyreğe Gist'in müthiş smacıyla başladık. Buna da değinmek istiyorum, çok güzel smaçlar yapabiliyor Gist. Bu sene smaçlarıyla bizi havaya sokacağı kesin. Emir'in eli ısındı, bu çeyrekte art arda bulduğu sayılarla takımı ayakta tuttu. Emir sıcak olduğunda onu savunabilecek bir oyuncu göremiyorum şu an Türkiye'de. Şut tehdidi var, içeri drive edebiliyor, gerek turnikeyle bitiriyor gerekse topu dışarıdaki boş arkadaşına çıkarabiliyor. Kötü olan taraftan bakarsak, maç genelinde savunmada çok kötüydük. 2 uzatma dahil bile olsa Galatasaray'dan 100 sayı yemek hiç iyi bir durum değil. Bu takım savunmasıyla hücumuna yön verir ve biz rakibe sayı şansı verdiğimiz sürece hücumda da ritim bulamıyoruz. Yediğimiz kolay sayılar yüzünden 54-58 geride kapadık 3. çeyreği.

Son çeyrekte Bogdanovic devreye girdi. Henüz hücum setlerine ve takıma alışamadığını söylemiştim, fakat çok iyi skorer. Genelde iyi skorerlerin ne ara ve nasıl sayı attığını anlamazsınız, Bojan da öyle. "Kaşla göz arasında" 20 sayı bıraktı Galatasaray potasına. Bu çeyrekte de sayılarıyla büyük katkı sağladı. Ama Bogdanovic oyunda olduğu süre içinde tercihen Ömer de oyunda olmalı, biri hücumda biri savunmada takımı canlı tutmalı. Ukic'in üçlüğüyle 70-63 öne geçmemize rağmen savunmadaki sorunlar sebebiyle farkı yine koruyamadık ve maç uzatmaya gitti.

Uzatma periyotlarının uzun uzadıya bir mantığı yoktur. Ayakta kalan, hata yapmayan taraf kazanır. İlk uzatma periyodunda önce karşılıklı sayılar atıldı, sonra karşılıklı serbest atışlar kaçtı ve maç 2. uzatmaya gitti.

2. uzatma devresinde Tutku ve Shumpert'ın üçlük basketleriyle maç koptu. Andric'i durduramadık, sebebi ise Gist'in yorulması. Maçın başında Vidmar ve Gist'in savunmada nasıl direnç sağladığını söylemiştim, bu dönemde Gist oyundaydı fakat fiziksel olarak bitmişti, bir Vidmar tercihi denenebilirdi. Yorgunluğu sebebiyle Andric'i savunamadı, hücumda ise iki tanesi üçlük, çok kritik 3 atış kaçırdı. Ukic bu anlarda takımı ayakta tutmaya çalıştıysa da bu sefer o imkansız geri dönüş olmadı ve maç 97-103 bitti.


Peki neden yenildik?

Bana göre takım hala rayına oturmamış. Özellikle savunma direncimizi çok düşük buldum, bu takım bu değil. Daha iyi olmalıyız.

Gist iyi oyuncu, yararlı olacak. Gücü, atletizmi pota altında olumlu işler yapmasını sağlar. Boş kaldığında üçlük tehdidi olması da büyük avantaj. Ama tabi 2. uzatma devresinde olduğu gibi takımın çok acil sayıya ihtiyacı olduğunda ilk üçlük atış tercihi Gist olmamalı. Ve yorulduğunda yanında oynayacak uzun iyi seçilmeli. Vidmar ile birlikte daha çok oynatılabileceğini düşünüyorum.

Curtis Jerrels'da ise bir parıltı göremedim. Elleri çabuk olsa da, rakibi korkutacak bir şut tehdidi değil -ki oyun kurucu için bu önemli bir özelliktir- ve bir sokak basketbolcusu havası var. Avrupa disiplinini yakalaması için daha süre geçmeli.

Bogdanovic tabir yerindeyse vurdu kırdıya pek dahil olmak istemiyor savunmada. Belki de bu yüzden savunmamız bu kadar aksadı. Ama ne olursa olsun çok iyi skorer. Takım sıkıntıya girdiğinde kilidi açabilecek kalitede bir oyuncu. Fakat NBA'de draft edildiğini ve lokavt sebebiyle bizimle olduğunu söylemek gerek, nedense bu sene o oyuncuları sisteme dahil değillermiş ve her an gidebilirmiş gibi görüyorum -ki bu tehlike mevcut- ama takımda olduğu sürece yararlı olur.

Hakan Demirel sadece garbage time dediğimiz maç sonucunun belli olduğu dakikalarda çok süre alır. Fenerbahçe'deki ilk dönemi gibi tecrübesiz değil bu sefer, ama bu takıma layık bir oyuncu da değil. Ne kadar katkı yaparsa kardır diye düşünüyorum, fazla bir beklentim olmadığını da söylemek istiyorum.

Ömer yine elinden geldiğince skora katkı yaptı fakat özellikle hücumda çok da oyuna dahil olduğunu göremedim. Belki de son anlarda şutu onun kullanmasını beklediğimden. Üçlük atış yapacağımız belli, orada şutu atmasını beklediğimiz oyuncu Ömer, takımın pivotu değil.
Ukic iyiydi, kritik anlarda serbest atışları kaçırması şanssızlık. Takımı gerektiğinde öne geçirdi, gerektiğinde ayakta tutmaya çalıştı.
Oğuz ve Kaya'dan hücumda pek katkı alamadık, bu da yenilginin sebeplerinden biri.
Vidmar, Tanjevic döneminden beri maça ilk beşte çıkar, iyi başlar, sonradan tercih edilmez. Bunun nedenini hala anlamış değilim, bir ara özellikle gidip Spahija'ya sormak istiyorum.

Spahija'ya gelince, son anlarda Bogdanovic'i sıcakken oyundan çıkarması ve pota altı savunması dökülürken Vidmar tercihini kullanmaması en görünen hataları. Onun dışında dikkatimi çeken bir şey, ikinci çeyrek başında altığı teknik faul. Geçen yıl da çok sık teknik faul alıyordu, bu sene hakemlerin "sıfır tolerans" sistemini kullandığını hatırlatmak gerek, daha dikkatli olması lazım.

Bu ligde hala kimse bizden iyi takım değil. Bugün maçı kendi ellerimizle verdik. Zamanla bu takım daha da oturacak, yine hepsini yeneceğiz. Play-off hiç bir şeye benzemez, Fenerbahçe'yi play-off'ta devirmek kolay değildir.

Yeni sezon hayırlı olsun, bu maç da bize nazar boncuğu olsun.

10 Ekim 2011 Pazartesi

NBA LOKAVTI VE TÜRKİYE

Bu yıl Avrupa'da NBA modası var. Bu ne kadar sürecek, bu yıldızlar Avrupa'da ne kadar kalacak belli değil ama şu an yeni moda bu.

NBA'in patronları ve oyuncular maddi konularda anlaşmazlıklara düşünce, lokavt kararı alındı. Çoğu oyuncu ise oynamadan bir sene beklemek yerine lokavt sonlanana kadar Avrupa ve diğer Dünya kulüplerine transfer olmaya karar verdi.

Türkiye'ye gelen oyuncuları ve bu NBA patentli yıldızların bu sene ülkemizde neleri değiştireceğini bir görelim.

Şüphesiz en önemli yıldız Beşiktaş'a transfer olan Deron Williams.
NBA'in en önemli yıldızlarından Williams'ın ülkemize gelmesi kesinlikle önemli bir olay. Ama oradaki performansını sergilemeyeceği çok açık. Sadece maç eksiği olmasın diye geldiği ülkede bütün yıl rolantide oynayacağını düşünüyorum. Beşiktaş ile çıktığı ilk maçlarda sergilediği oyun ve düşük şut yüzdesi şu ana kadar bunun kanıtı. Ayrıca tek oyuncuyla olmayacağını da daha önce Iverson örneği ile görmüş olduk.



Diğer bir transferleri Semih Erden ise başarılı olur, kalitesi belli bir oyuncu ve Türkiye çapında iyi bir uzun.

Efes Pilsen ise NBA'de forma giyen Türk oyuncu Ersan İlyasova'yı ve Lakers'tan bildiğimiz keskin şutör Sahsa Vujacic'i kadrosuna kattı. Zaten belli bir kadro kalitesi olan Efes Pilsen'in bu iki kaliteli oyuncuyla kadrosunu güçlendirdiği kesin. Oturmuş bir sistemleri olması da en büyük avantajları.

Diğer çarpıcı transfer ise Türk Telekom'dan geldi. NBA'de all-star olma başarısını gösteren tek Türk oyuncu olan Mehmet Okur'u kadrosuna kattılar. Sakatlıkları boğuşmaktan eski formunu yakalayamayan ve uzun süredir milli takımda izleyemediğimiz Mehmet Okur'un tecrübesi ile fark yaratacağı kesin.

Galatasaray ise bu dönemde Litvanya ekolünden gelen Darius Songaila'yı kadrosuna kattı. Diğer bir transferleri tecrübeli Sloven guard Jaka Lakovic. İkisi de ülkemizde başarılı olması muhtemel oyuncular.

Gelelim takımımız Fenerbahçe Ülker'e. Fenerbahçe'nin NBA'den aldığı tek oyuncu Bojan Bogdanovic. Geçen yıl Cibona Zagreb'te oynayan skorer forvet oyuncu geçen yıl Euroleague'de 18 sayı, 3.5 ribaund ve 1.8 asist ortalamasına sahipti. Aynı zamanda Bogdanovic, Roko Ukic ve Marko Tomas'tan sonra takımdaki 3. Hırvat oyuncu oldu.



Diğer 2 yeni transferimiz ise power forvet James Gist ve oyun kurucu Curtis Jerrells. Geçen yıldan Litvanya'lı yıldızlarımız Lavrinovic ve Jasikevicius dışında kaybettiğimiz oyuncu yok. Takımın birbirine olan uyumu, bu yeni 2 oyuncu ile birlikte düşünüldüğünde hala şampiyonluğun en büyük adayı kesinlikle Fenerbahçe Ülker.

Vidmar'ın geri dönüşü ile Oğuz ve Kaya ve Gist ile birlikte Türkiye'de benzeri olmayan bir uzun rotasyonumuz var. Marko Tomas, Bogdanovic ve Emir her zaman güvenebileceğimiz 3 forvet oyuncumuz. Ukic'in kalitesi ortada, yanına Curtis Jerrells eklendi ve artık yedeği de var. Sakatlık problemleriyle uğraşan Engin Atsür'ü de unutmamak lazım. Ve tabi ki, takımın en yürekli oyuncuları, amiyane tabirle takımın "gaza getirici" oyuncuları Mirsad ve Ömer Onan da düşünülürse, diğer takımların aldığı NBA yıldızlarının işleri çok zor.

Ataşehir'de yapılan salon henüz bitmese de, ikinci yarıya yetişeceği düşünülüyor ve takıma çok önemli bir atmosfer katacağı çok açık.
Her sene olduğu gibi yine en önemli transfer ise, BÜYÜK FENERBAHÇE'nin BÜYÜK TARAFTARI.

8 Ekim 2011 Cumartesi

SALDIR MİLLİ TAKIM(!)

Guus Hiddink. Güney Kore'yi Dünya Kupası'nda 4. yapan teknik adam. Avusturalya ve Rusya ile oynattığı futbolla takdir toplayan teknik adam. Kariyeri ve başarıları tartışılmaz. Bizim milli takımımızın başına getirildiğinde ben dahil çoğu kişi başarılı olacağını düşünmüştü.


Ama olmadı. Belki de Türkiye'nin şu an bulunduğu konumun en büyük sebebi, yanlış kadro seçimi.

Bundan önce yapılanlara geri dönmeyeceğim. Orada aldığımız Almanya yenilgisi, tamam, kabul ettik. Alınan Azerbaycan mağlubiyetinin hiç bir açıklaması yok. Avusturya beraberliği belki şanssızlık ama oynanan futbolun affı yok. Sadece bugünü incelersek yeterli cevapları bulabiliriz.

Bugün maça çıkan kadro:
Volkan Demirel, Gökhan Gönül, Egemen Korkmaz, Servet Çetin, Hakan Balta, Sabri Sarıoğlu, Hamit Altıntop, Mehmet Aurelio (Dk. 87 Umut Bulut), Selçuk İnan (Dk. 46 Gökhan Töre), Arda Turan (Dk. 69 Kazım), Burak Yılmaz

Sabri eğer sağ kanatta oynuyorsa, soruyorum:
Bu ligin en formda sağ kanat oyuncusu olan Mehmet Topuz nerede?
Sabri eğer ortada oynuyorsa, soruyorum:
Valencia'da ülkemizi başarıyla temsil eden Mehmet Topal nerede?
Beşiktaş'ın en formda oyuncularından Necip Uysal nerede?

Sabri ve 90 dakika boyunca "ben şimdi buraya neden çıktım" havasında gezen Aurelio bu 3 oyuncudan daha mı iyi oynadı Hiddink?

Bugün maçı 1-0 kaybetmemizle 5-0 kaybetmemiz arasında bir fark yok. Aurelio'nun döküldüğü ortada, neden çıkarmak için maçın 3-1 olmasını bekledin Hiddink?

İlk yarıda yakaladığımız her pozisyonda payı olan, her an atacağı bir pasla tehlike yaratabilecek Selçuk İnan'ı neden çıkardın Hiddink?

Kazım oyuna girerken -yanlış hatırlamıyorsam o sıralar gol atmamız gerekiyordu- takımın en önemli hücum silahı Arda Turan'ı neden çıkardın Hiddink?




Bunları görmek ya da bilmek için antrenörlük lisansı gerekmiyor. Maçı izlediğim yerdeki kafası güzel dayılar bile söylüyor bunları.

Şimdi yine klasik Türk tribindeyiz: "Abi biz yenildik ama şu şunu yenerse çıkıyoruz yine."

Almanya Belçika'yı belki yenecek, belki biz yine kalacağız play-off'lara. Ama bence kalmamamız bizim için daha hayırlı.
Şu kadro seçimiyle, şu oyuncu tercihleriyle, oynanan şu oyunla, bizi play-off'larda duman ederler, o olmadı Avrupa Şampiyonası'nda duman ederler.

Birilerinin şapkasını önüne koyup düşünmesi gerekiyor.
"Şimdi ben buraya neden çıktım?" diye.

21 Eylül 2011 Çarşamba

41663 KADIN VE ÇOCUK

Yer Şükrü Saracoğlu Stadı, Kadıköy. Fenerbahçe seyircisiz maç oynama cezası almış yine. Zaten her sene kafadan 2 maç seyircisizi oynuyoruz, alıştık artık.
Federasyon yeni uygulama başlatmış, doğruluğu tartışılıyor. Maça kadınlar ve 12 yaş altı çocuklar bedava girebilecek.
Çok değişik yorumlar dolanıyordu etrafta. Kadınlar futboldan ne anlar, 20 bin kişi anca olur, oturup çekirdek yerler vs.


Uygulamanın doğruluğu Fenerbahçe taraftarları arasında bile tartışılıyor. Biz her sene yiyeceğimizden, içeceğimizden ayırıp mesafe dinlemeden kombinelerimizi alıp dolduruyoruz o stadı, bizim yerimize kadınların orada ne işi var deniyor. Şimdi tribünlerin kötü adamı biz olduk, adalet mi bu deniyor.

Hepsini boşverin bunların.

Kendine büyük kulüp diyenler, daha 25 bin kişi kapasiteli stadlarını erkeklerle dolduramıyorlar, biz sadece kadın ve çocuklarla resmi olarak 41663 seyirci topladık Kadıköy'e. Devre arasında kapıların açıldığı ve bu sayının 50 bin kişiye yaklaştığı da söyleniyor.

Oturup tekrar düşünün. Nasıl bir sevgi bu, nasıl bir tutku. 45 bin kadın ve çocuk çubuklu formalarını giyip maça gidiyor. Senkronize tezahüratlar beklemiyordu zaten kimse ama ellerinden geldiğince bağırıyorlar, alkışlıyorlar, getirdikleri düdük vs araçlarla ses çıkarıyorlar. Dia'nın golünde yükselen çığlık anlatıyor her şeyi zaten.

Biz Fenerbahçe taraftarı olarak ben gurur duydum dün gece o atmosferi görünce. Ne kadar büyük bir kulüp olduğumuzu bir kez daha anladım. Sadece kadınlarıyla bütün gündemi değiştirip, BBC'ye haber olabildiğimizi gördüm. 61. dakika şovu yapabildiğimizi gördüm!

Belki omuz omuza yapamadınız, karşılıklı bitmez-tükenmez aşkımız yapamadınız, ama elinizden geleni yaptınız. Doldurdunuz o stadı. Sizlere laf edenlere, dalga geçenlere inat tıklım tıklım doldurdunuz, o tribünleri sarı-laciverte boyadınız ya helal olsun size.

Ezikler hala türlü türlü espriler yapsın. Boşverin.
Siz, gerek olduğunda, bütün erkeklerimiz metriste bile olsa, üzerinize çubukluyu giyip Fenerbahçe'nin peşinden gideceğinizi gösterdiniz.

Ve unutmayın, siz ofsaytı kendine hakem diyenlerden daha iyi biliyorsunuz.

Şu coşkuya bakınca iki kelime dökülüyor insanın ağzından sadece, "Helal olsun..." Çok büyüksünüz. Çok büyüğüz..

15 Eylül 2011 Perşembe

GIUSEPPE MEAZZA'NIN ARDINDAN

14 Eylül 2011. Bu tarih artık çok önemli olacak. Trabzonspor, deplasmanda İnter'i yendi. Zaten böyle başarılar az geliyor Türk futboluna, unutulmaz o yüzden uzun süre. Normal şartlarda, tüm herkes galip gelen Türk takımını tebrik eder, bir günlüğüne o takım konuşulur, bir süre sonra unutulurdu. Bugün bu olmadı. O yüzden bu tarih çok önemli.

Bugün Trabzonspor İnter'i yendi ama konuşulan takım yine Fenerbahçe. İnter'i destekleyen Fenerbahçe'liler tartışılıyor şu anda, vatan haini deniyor onlara. Trabzonspor'un orada olmasının haram olduğu söyleniyor şu anda, emek hırsızı deniyor onlara.

Orada olması gereken takım kim? Bana göre Fenerbahçe. Osman'a göre Trabzonspor. Mahmut'a göre Bursaspor. Muhittin'e göre Samsunspor. Kim bilebilir bunu?

Sadece şunu söyleyeceğim.
Türkiye'de bir gelenek vardır. Her senenin şampiyonu, bir sonraki sene Avrupa'da ülkesini temsil edeceğinden formasının göğsünde ay-yıldızlı Türk bayrağını taşır. Bu, sadece şampiyon takıma verilen bir ayrıcalıktır.
O ay-yıldızlı bayrağı formasında taşıyan takım Fenerbahçe.
Son şampiyon Fenerbahçe.
Ama;
Kulüp başkanı hala cezaevinde olan takım da Fenerbahçe.
Dava sonuçlanmamışken Şampiyonlar Ligi'ne gönderilmeyen takım da Fenerbahçe.
Toplamda bir milyar dolara yakın değer kaybeden de Fenerbahçe.

Kimse bana gelip birilerine "helal olsun" dememi beklemesin.
Sadece, lacivertiyle, kırmızısıyla, bordosuyla hepimizi bu günlere getirenlere "haram olsun" derim ben. Gereği de, yeteri de budur.

11 Eylül 2011 Pazar

AZİZ YILDIRIM'IN SEZON ÖNCESİ MEKTUBU




"Sevgili Aykut Kocaman, değerli arkadaşlar, sevgili Fenerbahçeli futbolcu kardeşlerim, değerli evlatlarım;
Yeni sezon öncesinde sizlere başarılar dilemek ve bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim.
Tarihin tanıklık ettiği en zorlu, en çekişmeli futbol sezonlarından bir tanesini alnınızın akıyla şampiyon olarak tamamladınız.
Tüm önemli rakiplerinizi son dakikaya kadar gidip gelen, nefes kesen maçların ardından yeşil sahada mağlup ettiniz.
Dünya Futbol Tarihinde eşine ender rastlanan bir şekilde, beş yılda iki kere, son maçlarda kaçırdığımız şampiyonlukların ardından, yine son saniyesine kadar büyük çekişmeye sahne olan son maçımızın son düdüğüyle birlikte şampiyon olarak, tüm camiamızı sevince boğdunuz.
Sizlerle gurur duyuyoruz.
Golleriyle asistleriyle olduğu kadar saha dışındaki davranışlarıyla örnek bir kaptan olan sevgili Alex’ten, Aykut hocamızın kendisine şans verdiği zamanlarda, yüzündeki "heyecanlı tebessümüyle" görevini yerine getirmeye çalışan Gökay kardeşinize kadar, tek tek, hepinizle gurur duyuyoruz.
Sevgili hocamız Aykut Kocaman ile ve ekibiyle gurur duyuyoruz.
taraflı tarafsız herkesin şahit olduğu, tüm spor camiasının, tribünleri dolduran on binlerin gözleri önünde gerçekleşen şampiyonluğumuzun ardından, hiç hak etmediğimiz bir süreci hep birlikte yaşadık, yaşamaya devam ediyoruz.
Şunu çok iyi biliyorum ki, şampiyonluğunuza, emeğinize göz dikenler sizleri kalbinizden yaraladı.
Sahada kazandığınızı başka yerlerde geri almaya çalışanlara karşı sessiz bir isyan içindesiniz.
Kırgınlığınız, kızgınlığınız belki de yıllarca hiç geçmeyecek.
Ama şunu da biliyorum: Sizler Fenerbahçe’nin futbolcularısınız.
Şartlar ne olursa olsun; yine çubuklu formalarınızı giyecek, yine mabedimize çıkacak, yine milyonları sevindirecek, yine hepimizi sokağa dökeceksiniz.
Mazinizde bir tarih yattığını unutmayın ve hiç merak etmeyin; emeğimizi ve sahada ortaya koyduğumuz mücadeleyi görmeyenler bu soruşturmanın sonunda tüm camiamızdan ve sizlerden özür dileyecektir.
Fenerbahçelilik bir sevdadır…
Ve bu sevda dünya var oldukça devam edecektir. Sizlere bir kez daha başarılar diliyor, alınlarınızdan öpüyorum.
AZİZ YILDIRIM
FENERBAHÇE SPOR KULÜBÜ BAŞKANI"

10 Eylül 2011 Cumartesi

İNGİLTERE PREMİER LİG BÜTÜN TAKIMLARIN FORMALARI

Dünyanın en çok takip edilen ligi olan İngiltere Premier Lig'de bu sene mücadele edecek olan bütün takımların formalarını aşağıdaki resimde görebiliriz. Takımların numaraları geçen sezon ligi bitirdikleri sırayı gösteriyor. "P" harfi lige yeni yükselen takımlar, "**" ise resmi olarak açıklanmayan formalar.
Başarılı ve keyifli bir çalışma olmuş, resime tıklayarak büyük halini görebilirsiniz.

8 Eylül 2011 Perşembe

LİTVANYA DEHASI: SARUNAS JASIKEVICIUS

Çoğuna göre Avrupa basketbolunun yetiştirdiği bir jenerasyonun en önemli oyun kurucusu: Sarunas Jasikevicius. Nam-ı diğer "Saras". Amerika'da Maryland Üniversitesi'nden çıkan Saras, profesyonel basketbol kariyerine Lietuvos Rytas takımında başladı. Kısa sürede kendisini gösterip Avrupa'nın en önemli takımlarından Barcelona'ya transfer oldu.


İlk Euroleague şampiyonluğu İspanyol kulübünde kazandı. Oyun kurucu mevkisinde Avrupalı oyuncular içinde belki de en iyisiydi, ona rakip olabilecek oyuncu sayısı enderdi. Litvanya ekolünü temsil eden Saras'a karşılık diğer iki önemli ekol ülkeden Sırbistan Marko Jaric'i, Yunanistan ise Papaloukas'ı kazandırmıştı dünya basketboluna.

Düzgün bileği, yüzdeli şutları, oyun zekası ve attığı imkansız paslarla rakip takımların başına çok iş açtı Jasikevicius. Barcelona'dan Maccabi'ye geçti, 2 Euroleague şampiyonluğu da orada kazandı. Daha sonra NBA kapısı açıldı onun için, kendini İndiana Pacers takımında buldu Saras.


Avrupa basketboluyla NBA basketbolunun en büyük farkı, oyun kurucu mevkisindedir. Avrupa'da kupaları silip süpüren bir point guard NBA'deki bireysel yetenek ve atletizme dayalı oyun yüzünden başarılı olamaz. Sarunas da İndiana'da 112 maça çıkmasına rağmen, 7 sayı 3 asist ortalamasını geçemedi. Bir takasa malzeme olarak Golden State Warriors'a geçti, kısa bir süre sonra da yuvasına, Avrupa'ya geri döndü.

Döner dönmez Panathinaikos'la Euroleague kupasını kaldırdı ve 3 ayrı takımda bu kupayı kazanmış oldu. Artık yaşının ilerlemesiyle beraber fizik olarak düşen Saras, diğer yandan tecrübesini kullanarak sıkıntı yaratmaya devam ediyordu. Yunanistan'dan sonra ilk kulübü Rytas'a, daha sonra Türkiye'ye, Fenerbahçe Ülker'e geldi.


Biz Türk basketbolseverler, belki de Avrupa'da gelmiş geçmiş en zeki ve yetenekli oyun kuruculardan birini çıplak gözle izleme şansı bulduk. Yaşının getirdiği yorgunlukla uzun dakikalar alamıyordu ama oyunda olduğu anlarda hala zekasını etkili biçimde kullanıyordu.

Saras'ı gerek televizyonda gerek salonda çok kez izledim. İster üç sayılık olsun ister orta mesafe, boş kaldığında o şuta sayı gözüyle bakabilirsiniz. Serbest atış kaçırdığını çok çok az hatırlıyorum. İnanılmaz bir bileğe sahip, serbest atış konusunda Avrupa'nın kesinlikle en iyisi Jasikevicius.

Bu gece Sırbistan karşısında gördük ki, o artık bir efsane. Fiziği yetersiz olmasına rağmen verdiği paslarla Sırp takımının potasına 100 sayı bırakmasını sağladı takımının. Böyle bir bilek, böyle bir oyun zekası, böyle bir keskin deha bir daha kolay kolay gelmez Avrupa basketboluna. Srıp Teodosic için onun varisi deniyor ama kişisel görüşüme göre yanından bile geçemez. İyi oyuncu ama Jasikevicius'daki basketbol zekası onda yok.

Artık kalan yılların sayılı Saras. Belinin arkasından, üç kişinin arasından, zor pozisyonda verdiğin alley-oop paslarını özleyeceğiz. Serbest atış çizgisine geçtiğinde "sayı" diyip kafamızı çevirmeyi özleyeceğiz. Ama ben çok, Fenerbahçe-Galatasaray maçının son dakikalarında 2/2 faul atmanı, sonraki hücum aceleyle potaya giden Emir'e "sakiiiin, sakiiiiiin" diye bağırmanı özleyeceğim.

Biliyoruz, belki de son büyük turnuvanda takımına madalya kazandırmak istiyorsun ama Türkiye'nin canını bir kez yaktın zaten, tekrar olmasın.
Sarunas Jasikevicius'un oynadığı takımları ve güzel hareketlerini izleyerek bitiriyoruz.

7 Eylül 2011 Çarşamba

SON TOP!

12 Dev Adam, Eurobasket 2011'de ikinci tur maçında Fransa'ya 64-68 mağlup oldu.

Buraya kadar namağlup gelen Fransa'yı milli takımımız karşısında izleme şansı bulduk. Açıkçası, hiç de namağlup bir takım gibi değiller. İspanya ve Sırbistan, Fransa'dan çok daha iyi takımlar. Biz de Fransa'dan daha iyi takımız aslında.

Ama neden mağlup olduk, neden Fransa yenilmiyor. Bunun cevabını çok basit, çok atlet oyunculardan kurulu bir takım ve Tony Parker gibi bir süper yıldızları var.


Esasında bugün maçı kazanma şansı elimize o kadar çok geldi ki. Yaptığımız 16 top kaybı ve 5/24 üç sayılık isabetle bu maçı kazanmamız mümkün değildi. Yine de son çeyreğe kadar başa baş tuttuk skoru. Çünkü Fransa'nın hücum opsiyonları kısıtlı. Hatta, kaçan şuttan sonra atletik oyuncuların aldığı hücum ribaundları ve Tony Parker'ın şapkadan tavşan çıkardığı pozisyonlar dışında opsiyonları yok! Bu yüzden biz hücumda çok zayıf olmamıza rağmen farkı açamadılar.

Dördüncü çeyreğin başında 13 sayılık fark korkutmadı beni başta, ama ardarda kaçırdığımız boş üçlük atışlar korkuttu. O atışları sokmazsan maç kazanamazsın, nitekim kazanamadık. Elimize kadar gelmişti oysa ki, farkı kapamıştık. 3 sayı fark vardı, top bizdeydi. Topu oyuna sokamadık. Kolej takımlarının yaptığı işi yapamadık, topu oyuna sokamadık. Evet, Fransa atlet bir takım, her yere yetişiyorlar, inanılmaz başarılı show-up yapıyorlar ama bunlar bahane değil. Eğer bu turnuvada bir yerlere gelmek istiyorsan o topu oyuna sokacaksın.

Bugünkü mağlubiyeti biz ne Nicolas Batum'un atletizmine, ne de Tony Parker'ın penetrelerine karşı aldık. Bugünkü maçı kendi konstantrasyon eksikliğimize, kaçırdığımız boş şutlara ve gereksiz top kayıplarına karşı kaybettik biz.

Şimdi grupta 1 galibiyet 2 mağlubiyetimiz var. Hala gruptan çıkma şansımız devam ediyor, Sırbistan da Almanya da yenemeyeceğimiz takımlar değil. Ama konstantre olmalıyız. Sadece fizik olarak değil, zihin olarak da sahanın içinde kalmalıyız. Bu turnuvada madalya alabiliriz.

Çünkü biz, istediğimizde İspanya'ya bir çeyrekte sadece iki sayı attırabilen bir takımız!

29 Ağustos 2011 Pazartesi

NEREDEN NEREYE: ARSENAL

Kalede Lehmann. Savunmada Lauren, Cole, Campbell, Toure. Orta sahada Vieira, G.Silva, Pires, Ljungberg. İleride Henry, Bergkamp. Bu kadroyu sadece ezberimden yazabiliyorum, futbolu takip eden çoğu kişinin de bunu yapabileceğine eminim. Dile kolay, 49 maç yenilmedi bu takım. Şiir gibi oynanan futbol, Highbury tribünleri uzun süre üzüntü yaşamadı.


Şu mutluluk tablosunu belki de 20 yıl aradan sonra ilk kez yaşadı Topçular. (Arsenal'ın lakabı: Gunners)
Ama bu hep böyle devam etmedi. 24 Ekim 2004 tarihinde o Manchester United maçı bitirdi 49 maçlık seriyi. Ondan sonra işler değişti. 2006 yılında ligi 3. sırada bitiren Arsenal, Şampiyonlar Ligi Finalinden Barcelona'ya 2-1 mağlup oluyordu.

Fabregas, Reyes, Adebayor, Clichy, van Persie gibi genç oyuncularla yeni bir döneme geçti Arsenal. Bundan sonra, daha çok altyapıdan gelen oyunculara önem verdi Wenger, yaş ortalaması çok düşük genç bir takım yarattı. Sportif başarıdan uzak, altyapıdan oyuncu yetiştiren bir kulüp haline geldi. Çoğu kişinin takdirini kazanıyordu bu durum, kendi gençlerinden oluşan tehlikeli bir jenerasyon geliyor deniyordu. Nitekim, öyle olmadı.
Ligi bir sene dördüncü, diğer sene üçüncü bitiriyorlardı. Avrupa'da elle tutulur bir başarıları yoktu, ama hala ümit vardı. Genç takım, tecrübesiz, ileride iş yapar deniyordu. Ama yapmadı.

Önce Adebayor gitti. Daha sonra 2011 senesinde, yaprak dökümü başladı. Fabregas, Clichy, Nasri birer birer koptu takımdan. 2003 senesindeki efsane kadrodan bir tek oyuncu bile kalmadı Londra ekibinde.
Highbury havası kaybolmuştu artık, zaten stad da Highbury değildi. Sponsor desteğiyle yapılan son teknoloji Emirates stadyumu uğur getirmediği gibi, bir de havasını bozdu takımın adeta.

Çok eleştirildi Wenger, giden yıldızların yerine neden oyuncu almadı diye. Sir Ferguson'dan sonra İngiltere'de bir takımın başında en uzun kalan teknik adam olan Arsene Wenger, topun ağzındaydı.

Ve 28 Ağustos 2011. Yer Old Trafford, yine bir Manchester United maçı. Uzun süredir o stadyumda rakibine en fazla tek gol atmayı başaran Arsenal, o gün iki gol bırakacaktı United filelerine. Ama kaç gol yiyerek...
8-2 bitti maç. Eksikler çoktu evet, gençlerle çıktılar sahaya evet, ama 8 gol. Arsenal 8 tane yer mi? Yiyormuş demek ki. Kedinin fareyle oynadığı gibi oynadı United rakibiyle.


Arsene Wenger, şimdi topun tam ağzında. Şu 20 yaş sendromundan bir an önce kurtulup, tecrübeli oyuncu transferleri yapmazsa, bu gidiş iyi değil. Dünyanın en büyük kulüplerinden biri, her ülkede taraftarı var, fakat şu durum her futbolseverin içini acıtıyor. O kulübün altyapıdan oyuncu yetiştiren bir akademi olmadığının farkına bir an önce varılmalı, yoksa Emirates'de çok kötü şeyler olacak bu sene. Manchester City bomba gibi geliyor, Liverpool iyileşme döneminde, rakipler çok zorlu. Kendilerine en iyi ihtimalle UEFA Avrupa Ligi'nde yer bulurlar.

Bekleyip göreceğiz. Bir dönem kapanacak ve Wenger gidecek mi? Yoksa satılan oyuncuların yerine yeni yıldızlar mı gelecek? Arsenal kafasını yerden kaldırabilecek mi? Bu sene orta sıralara mı oynayacaklar? Merakla bekliyoruz...

27 Ağustos 2011 Cumartesi

TFF NE YAPMAYA ÇALIŞIYOR?

Türkiye Futbol Federasyonu, Fenerbahçe'nin Bank Asya 1.Ligi'nde oynama talebini "yazılı bir talep" olmaması gerekçesiyle reddetti.



Yazılı talep istemelerinin en önemli nedeni, tazminat olayından yırtmak istemeleri. İki gün önce bu kulübün Şampiyonlar Ligi'ne katılmasına izin vermiyorsun. He, bu konuya da açıklık getirelim. Bilip bilmeden konuşup "UEFA izin vermedi" diyenler var. Yok öyle bir dünya. UEFA sadece "eğer Fenerbahçe Şamp. Ligi'ne giderse ve daha sonra suçlu bulunursa, size ceza veririm." dedi. TFF de bunu göze alamadı ve "kendisi" Fenerbahçe'yi Şampiyonlar Ligi'ne göndermedi. Türk futbolunun geleceğini düşünmek için!

Peki demezler mi adama, madem gelecekte Fenerbahçe'nin suçlu bulunacağından korkuyorsun, 15 Ağustos günü düşürmedin diye? Madem suçlu bulacak delillerin var, neden bugün reddediyorsun düşme talebini? Hem de olağanüstü toplantı yapıp. Düşürsene işte!

Çünkü çıkar dünyası bu.
-Eğer şimdi düşürürlerse, ileride haklı olduğumuzda tazminat vermek zorunda kalacaklar. O yüzden yazılı talep istiyorlar.
-Yazılı talep olduğu takdirde savunma hakkımızdan vazgeçtiğimizi belirtmemiz gerekecek, onlar da rahat rahat düşürecekler, başka hiç bir şeye gerek kalmayacak.
-Fenerbahçe'yi düşürmek kolay değil. Ligin kaybedeceği marka değeri, maç gelirleri, en önemlisi yayın geliri onların korkudan dudaklarını uçuklatıyor.

Sen Avrupa'ya gitme, olur ya belki suçlu bulurum seni. Ama Türkiye'de düşüremem seni, bana para kazandırıyorsun.

Fenerbahçe oyuncak değildir TFF, gün gelir, o eli lavabona sokar!

GÜLE GÜLE TOTA...

Alfreeedo Moooreno Luuugaaano...

2006 yılından beri oyuncular tribüne çağrılırken bu sesi duyuyoruz.. Ağır adımlarla geliyor Tota, alkışlıyor bizleri, geri dönüyor ısınmaya. Rakip takımın forveti kim olursa olsun, kadrolar okunurken "2 numara, Moreeeenooooo" anonsunu duyduktan sonra insanın içini bir güven kaplıyor, o "sarı kart görmüş Lugano bakışı" geliyor akıllara, onun yüzündeki kazanma hırsını kalbinde hissediyorsun, bağırıyorsun avazın çıktığı kadar "Lugaanoooo" diye..


Şu sahneyi taraflı tarafsız çoğu futbolsever hatırlar. Kaşından kan akarken aldırmayan, hala takım arkadaşlarına direktifler veren kazanmayı isteyen Lugano'nun fotoğrafını. Belki de bu yüzden sevdik bu kadar onu. İçimizdeki kazanma hırsını, içimizdeki Fenerbahçe ruhunu Uruguay'dan gelip sahada bu kadar iyi temsil ettiği için. Her maç, aklıma gelen her maç terinin son damlasına kadar savaştı sahada, yeri geldi kanını koydu ortaya.

Oyun tarzı yüzününden çok eleştiri aldı, sert oyuncu dendi, çirkef oyuncu dendi. Rakip taraftarlar, sizden onu sevmenizi bekleyemeyiz! O üzerindeki forma için oynuyor, ne gerekiyorsa yapıyor. Onu bu kadar değerli yapan da bu zaten. Bazen yaramazlık yaptığı da oldu, ama ne yaptıysa arması için yaptı o.



Bundan memnun olmayanlar çok oldu. Her transfer döneminde Juventus'a, Lazio'ya transfer ettiler onu. Kurtulmak istediler ondan. "Gitsin de artık Fenerbahçe Cesur Yürek'inden kurtulsun!" diye dua ettiler. Yazdılar, çizdiler, fazla yazarsak belki gider diye düşündüler.

Gitmedi o. Takımı Dünya Kupası'nda kendini gösterdi, adını duyurdu, o yine gitmedi. Takımı Copa America şampiyonu oldu, kupa onun ellerinde kalktı, yine gitmedi. Ama artık öyle kirli oyunlar oynandı ki, öyle şeyler yapıldı ki Fenerbahçe'mize, gitmek zorunda kaldı. Satırlar boğazımızda düğümlendi, sarı-lacivert'e gönül veren herkesin Cesur Yürek'i gitti.

Giderken bile rahat vermediler adama. Şu rezil habertürk müdür nedir, hala "Gece kulübünde alem yapıp da gitti!" diye haber yaptı. Size söylenecek söz yok daha, yatacak yeriniz yok bu ülkede. Haberciyim diye geçinenler böylesine çirkinleşiyor ya, Kadıköy'den kaç kere tekme tokat atılsanız yeridir.

Güle güle Tota.. Güle güle Cesur Yürek. Sen, ne olursa olsun, bu taraftarın unutmayacağı isimlerden birisin. Arkandan çok gözyaşı döken var emin ol. Bu forma için akıttığın her damla ter helal olsun sana, bir gün tekrar görüşmek dileğiyle.. Belki dönmezsin ama, bir umut işte.. Güle güle Tota..

SÜPER BARCA

Barcelona, o kadar kupa yetmezmiş gibi bir de UEFA Süper Kupa'sını aldı.
Bir Real Madrid taraftarı olarak her ne kadar Barcelona'yı sevmesem, bu büyülü günlerin sona ermesini beklesem bile insan takdir etmek zorunda, o yüzden bu haberi girmek istedim.

Teknik Direktör Pep Guardiola 3 yıl önce koltuğa oturduğundan beri tam 12 kupa kazandı Barcelona. Tabi ki en büyük etken kağıt üzerinde Lionel Messi, ama takım olarak o kadar oturmuş ve iyi bir ekipleri var ki, karşılarında hiç bir güç duramıyor.
Twitter satırlarında görmüştüm sanki, "Xavi-İniesta futbolu bırakmadan futbolda rekabet olmayacak" diye. Gerçekten öyle, bu ikili öyle paslar atıyor, oyunu öyle iyi yönetiyor ki, önlerinden Messi değil ben de oynasam gol kralı olurum(bunu hemen hemen herkes söylemiştir).
Yine de bekliyoruz, bu seneki Real Madrid'den umutluyuz. Şu geçtiğimiz günlerde oynanan iki El Clasico'da biraz umut verdi bize, Barca'yı bu sene durdurabilir belki. Umut ediyoruz..

Guardiola'nın dediği gibi: "Her kupa kazandığınızdan sonra düşünüyorsunuz, acaba oyuncular ne yapacak, hala kazanma istekleri olacak mı diye. Onlar çıkıp gösteriyor size.." Belki de bu isteğin bitmesini, oyuncuların yaşlanmasını beklememiz gerekiyor.
Ne olursa olsun, Barcelona tüm futbol tarihinde bir döneme damgasını vuran en güçlü takımlardan biri oldu, belki de en büyüğü oldu. Yine de "Hala Madrid!".

ADAM GİBİ ADAM: AYKUT KOCAMAN

Bu güne kadar ağzından bu laf çıkmayan Fenerbahçe'li yoktur: "Sen bizim kocaman gururumuzsun."
Bunun boşuna söylenmediğini bugün bir kez daha ispatladı Aykut Hoca. Bir önceki gün alınan kulübümüzün Avrupa'dan men edilmesi kararından sonra bir söylenti yayıldı ortalığa "Aykut Hoca istifa ediyor" diye. İsterse bütün turnuvalardan men etsinler, en son amatör kümeye düşürsünler, bunların hiç biri beni Aykut Hoca'nın istifası kadar üzemezdi.


Ama bugün Aykut Hoca, formanın hakkını sonuna kadar veren iki oyuncusunu yanına alıp basın toplantısı düzenledi. Bu toplantıyı izlerken, bizzat gözleri dolan, gururdan ağlayan renkdaşlarım olduğunu ben biliyorum. Toplantının içeriği zaten her sitede var, buna girmeyeceğim, ama bazı noktalar var ki bizi gururlandırdı.

Aykut Kocaman'ın, Volkan'ın, Emre'nin böylesine dik durmaları, bu kirli oyunları oynayanlara bir mesaj olmalı.
Volkan'ın Fenerbahçe Kart alınması konusunda yaptığı çağrıdan sonra gece yarısına kadar satılan 18.500 civarı FB Kart, bu camiayı yıkabileceğini düşünenlere bir tokat olmalı.

Böyle taraftar oldukça, böyle futbolcular, böyle bir teknik direktör oldukça, her şeyden önce, böyle bir SEVDA oldukça, bu takımı yıkmaya kimsenin gücü yetmez.

Gün gelecek, küllerimizden doğacağız, hamle yapma sırası bize gelecek, o gün, bu kirli oyunları oynayanlar ağlayacak, biz güleceğiz. O gün...